On iki yaşında bir çocuğa göre çok daha anlamlı cümleler yazıyordum, güzel şiirler biriktiriyordum ders kitaplarının boş kalan en arka sayfasında ve çiçekler topluyordum her sabah yan komşunun bahçesinden. Sen bilmiyordun ama; ben her gece sana açılıyordum, annemin günlük tutmam için aldığı sarı yapraklı defterlerde. Her gece gözlerini izliyordum yakamozda ve senin odanın ışığı sönene kadar ayrılmıyordum pencerenin önünden. Yazıp yazıp yırttığım gecelerden birinde, satır aralarında kelimelerle oyalarken yüreğimi, sabahı bekliyordu gözlerim güneşin doğmasına bir kaç saat kala.
Mahallenin en güzel kızıydı Deniz ve benden tam on yaş büyüktü. Her sabah okula giderken görürdüm O’nu, sokağın başındaki otobüs durağında. Oradan geçerken yeryüzündeki her şey anlamını yitirir ve ben gözlerine dalardım. “Günaydın ufaklık” sözleri ile başımı okşar, bir öpücük kondururdu yanaklarıma. Ben topladığım çiçekleri bırakırdım avuçlarına. Kimsenin yüzüme dokunmasına ya da öpmesine izin vermezdim O öptükten sonra. O’nun kokusu kalırdı saçlarımda, dudaklarının izi kalırdı yanaklarımda.
Böyle geçti tam bir sene, böyle güzel ve böyle çaresiz. Yaşıtlarım sokaklarda saklambaç oynarken, ben Deniz’li hayaller kuruyordum odamda. Zaten saklanıyordum hep beni fark etmesinden çekinerek. Yeni bir oyuna ihtiyacım yoktu. Dalgalı siyah ve uzun saçları vardı, masmavi gözleri de ismi gibi denizleri andırırdı her baktığımda. O’na uzattığım çiçekleri alırken görürdüm hep, uzun tırnaklarını ve mavi oje sürerdi genelde. O ismimden başka hiçbir şey bilmezken, ben O’nu ezberliyordum her geçen gün.
O sabah yine derme çatma hazırlanıp, O’nu görebilmek için erkenden tuttum okulun yolunu. Durağa geldiğimde herkes oradaydı. Fabrika servisini bekleyen üst komşumuz Hilmi amca, bankada çalışan, bahçesinden çiçek topladığım Duygu hanım ve diğerleri. Deniz yoktu aralarında ve ben çaresiz gözlerle erken geldiğimi düşünerek bekledim bir süre. O sırada aralarında konuşurlarken duydum ölüm fermanımı. “Hülya hanımın kızı çok hasta” diyordu bir ses. Şuursuzca koşarak gittim Deniz’in evine ve toplanmaya başlayan kalabalıkları yırtarak çıktım yukarı. Yatağının başına geldiğimde yarı açık olan masmavi gözlerini çevirdi bana ve “hoşça kal küçüğüm” diyerek uzattı elini son kez. Bilmiyordum ölümün ne demek olduğunu, bilmiyordum yarım kalmanın ne kadar acı bir şey olduğunu.
Tam bir sene geçti Deniz’im apansız hastalığa yenik düşeli. Ben hala O’nu yazıyorum, yaşıtlarımla oynamıyorum ama devam ediyorum saklambaç oynamaya. Saklanıyorum herkesten ve saklıyorum içimdekileri. Yazıp yazıp yırttığım gecelerden birinin sabahında kaybettim O’nu ve “hoşça kal küçüğüm” sözleri kaldı kulaklarımda..